Monaco, Eze Village, Menton

Cote d’Azur küçük bir coÄŸrafyada yer almasına raÄŸmen büyük deÄŸerlere ev sahipliÄŸi yapıyor. Bölgenin neredeyse her köşesi gezmeye deÄŸer. Ä°ki haftalık gezimizin son bölümünde küçük krallık Monaco’yu, ünlü filozof Nietzshe’nin yaÅŸadığı daÄŸ köyü Eze’yi ve limonlarıyla ünlü Menton kasabasını ziyaret ettik.

Nice’den yaklaşık 40 dakikalık araba yolculuÄŸu ile limonlarıyla ünlü Menton’a geliyoruz. Fransa Ä°talya sınırında yer alan Menton, yol boyunca uzanan çakıllı plajlarıyla tam bir sahil kasabası. Cote d’Azur’un diÄŸer bölgelerine göre daha sakin. Rivayete göre Havva, altın meyve dediÄŸi limon aÄŸacını dikmek için cennet güzelliÄŸinde olduÄŸunu düşündüğü Menton’daki Garavan koyunu seçmiÅŸ. Avrupa’daki en önemli limon yetiÅŸtiren bölgelerden olan bölgenin limoncello denilen limon likörü çok popüler. Bölge bana çok enteresan gelmedi, Alp DaÄŸları tarafındaki köyleri güzelmiÅŸ ancak biz de oralara zaman ayırmadık. Denize girmek için de Menton yerine Villefranche tarafını tercih etmenizi öneririm. Menton’a gitmek için doÄŸru zaman Ä°talya’ya geçerken uÄŸramak olabilir :)

Menton’dan yaklaşık 10 dakikalık araba yolculuÄŸu ile Vatikan’dan sonra dünyanın en küçük ikinci ülkesi olan Monaco’ya ulaşıyoruz. Ãœlkenin toplam alanı sadece 18 kilometrekare. Park ücretlerinin çok yüksek olduÄŸunu ve araba yerine tren ile gitmemizi salık veren arkadaÅŸlarımızın tavsiyelerini, Grand Prix’in bir ayağı olan ÅŸehrin Formula 1 pistilerinde araba kullanma keyfini kaçırmamak için göz ardı ediyoruz. Yaklaşık yarım günlük 15 Euro park ücretini de Cote d’Azur bölgesi için makul karşılıyoruz. Monaco’yu gerçek kralların prenseslerin yaÅŸadığı yer olarak daha masalsı düşündüğümden midir bilmem ilk görüşte hayal kırıklığı yaşıyorum. Åžehir merkezini çok sayıda gökdelen kaplıyor ve bunlara yenilerini eklemek üzere bir sürü inÅŸaat da devam ediyor. Bu gökdelenlerin arasına küçük ama bakımlı parklar serpiÅŸtirilmiÅŸ. Åžehirdeki tüm yürüyüş yolları sizi Opera binasına ve Monte Carlo Casino’suna götürüyor. Tepeye çıkış yolunda Monte Carlo Oteli’nin terasından Monaco’nun ünlü yat limanını seyrediyoruz. Opera binası muhteÅŸem deniz manzarası ve freskleriyle ülkenin belkide en güzel binası diyebilirim. Opera binasına bitiÅŸik Monte Carlo Casinosu’nu ÅŸansınıza ve cebinize güveniyorsanız geceleri, yoksa seyir niyetine gündüzleri ziyaret edebilirsiniz. Casino 1863 yılında kurulmuÅŸ. Binanın iç mimarisinde ve dekorasyonunda gerçek ihtiÅŸam sergileniyor. Casinonun sol tarafında Hotel de Paris saÄŸ tarafında ise Cafe de Paris yer alıyor. Otelde kalamasak da kafede otururuz diyen büyük çoÄŸunluk gibi biz de Cafe de Paris’in küçük masalarından birine kuruluyoruz. Burada oturup casinonun ve otelin gerçek müşterini seyretmek bile bir keyif. Dünya jet-seti ağırlayan mekanlara gelen Ferrari, Lamborghini, Mclaren, Bentley arabalar arasında Audi A6’lar bile göze batıyor, uymuyor sanki :) Ben de bu arabalar arasından McLaren 570S’i kalbime gömüyorum, acaba akÅŸama ÅŸans bizden yana olur mu? :) Meydanın hemen karşısında ise lüks tasarım markalarının yer aldığı kendi de tasarım harikası olan küçük bir çarşı yer alıyor, window shopping (vitrin gezintisi) için ziyarete deÄŸer. Oteller, arabalar, tasarım markalar ve lüks mücevhercilerin varlığı ile Monaco’da parasal zenginliÄŸin ne demek olduÄŸunu iliklerinize kadar hissediyorsunuz.
Bizim gittiÄŸimiz dönemde Grimaldi ailesinin sarayı Palais Princier de Monaco, tadilat nedeniyle ziyaretçilere kapalıydı. Bu nedenle göremedik ama daha önce gidenler mutlaka öneriyorlar. Monaco’nun bugünkü zenginliÄŸini, Prens Rainier’in ticaret ve pazalama becerisine borçlu olduÄŸu söyleniyor. Gerçekten de bu küçücük ülkede her yıl motor rallisi Grand Prix, bir müzik festivali, bir opera festivali ve bir sirk festivali düzenleniyor. Ãœlkenin bir futbol takımı ve Avrupa’nın en büyük spor kompleksi Stade II.Louıs Stadı mevcut. Stade II.Louıs’i ÅŸehri gezerken yukarıdan görmek de mümkün. Monaco küçük ama mutlaka görülesi yerler arasında.

Ertesi gün ünlü filozof Nietzsche’nin Zerdüşt’ün bir bölümünü yazdığı daÄŸ köyü Eze’ye gidiyoruz. Eze Village tepelerde kurulu bir kale köyü. 14 yüzyılda yapılmış kale köye giriÅŸ için arabanızı aÅŸağıda bırakıp kale kapısını kullanıyorsunuz. Dik ve dar sokaklarda yasemin kokuları ve taÅŸ binalara sarılı begonvillerin oluÅŸturduÄŸu renk cümbüşü içinde kaybolabilirsiniz. Sokak aralarında sıklıkla sanat galerileri, el yapımı hediyelik eÅŸya dükkanları, vadi manzaralı restoranlar yer alıyor. BulduÄŸunuz açıklıklardan vadi manzarasını seyredebilir zeytin aÄŸaçları veya incir aÄŸaçları altında küçük molalar verebilirsiniz. Eze Village içindeki malikanelerin bir çoÄŸu otele dönüştürülmüş. Romantik bir tatil planlayanlar burada 1-2 geçirebilirler. Bu otellerin en ünlüsü Chateau de la Chevre d’or, adını köye gelen hazine avcılarını ÅŸaşırtan altın keçiden almış. Otelin terasında namına uygun olarak altın rengi bir keçi heykeli yer alıyor. Bir diÄŸer ünlü otel de Ä°sveç Prensi William’ın yaklaşık 30 yıl yaÅŸadığı yaÅŸadığı Chateau Eza. Binanın eski ÅŸarap mahzeni sanat galerisi, üst kısmı otel olarak kullanılıyor. Eze’nin daracık sokaklarından birinde Ä°stanbul’dan ve denizlerimizin turkuaz renginden ilham aldığını söyleyen galeri sahibi Barbara Blanche ile tanıştım. Barbara kendisini Ä°stanbul’da evinde gibi hissettiÄŸini, bu duyguya kendisinin bile ÅŸaşırdığını söyledi. KeÅŸke biz de ülkemizin kültürel ve doÄŸal güzelliklerini yeterince verimli kullanabilsek. Yolunuz düşerse Türk dostu Atelier Galerie Barbara Blanche’ye uÄŸrayın derim. Köydeki ünlü Nietzsche yolunu takip ederek Cote d’Azuru ayaklarınıza seren en tepedeki Exotic Garden – egzotik bahçeye ulaşırsınız. Burada maviyi, yeÅŸili, güzelliÄŸi, huzuru içinize çekersiniz. Ä°nsan burada yaÅŸarsa tabi felsefe yapar diyerek Eze’nin mottosu ile düşüncelere dalarsınız. “Moriendo Renascor” yani ölümle yeniden doÄŸdum.

No Comments

Site is using the Seo Wizard plugin by http://seo.uk.net/