Farkındayım, anı yaşıyorum…

Son zamanlarda çokça anı yaşamak üzerine konuşuyor olduk. Ama nedir anı yaşamak? Nasıl tecrübelerimizden ve beklentilerimizden sıyrılıp anı yaşayabiliriz? Nasıl kendimize dışarıdan biriymiş gibi bakabiliriz? Mutluluk kaynağımızı, nelerin bizi gerçekten mutlu ettiğini nasıl anlarız? Doğruyu yanlışı, olaylara ve kişilere karşı öfkemizin, üzüntümüzün, kaygımızın asıl kaynağını nasıl belirleriz?

“Ben sana bir ahlak dersi vermiyorum. “Bu doÄŸru bu yanlış, bu ahlaklı bu deÄŸil” demiyorum, bunların hepsi çocukçadır. Ben sana basit bir kriter veriyorum “farkındalık”. EÄŸer farkındalıkla bir ÅŸey yaparsan doÄŸru olmak zorundadır, çünkü farkındalıkla hiçbir ÅŸeyi yanlış yapmazsın.” Osho

DeÄŸer yargılarının evrensel olmadığının, içinde yaÅŸanan ailenin ve toplumun etkileriyle oluÅŸtuÄŸunun kavranılmasıyla farkındalık baÅŸlıyor. Ne zaman ki kavramların çevresel faktörlerle oluÅŸtuÄŸunu kabul ediyoruz, o zaman deÄŸer yargılarımız boyut deÄŸiÅŸtiriyor. Farkındalığımız arttıkça bakış açımız deÄŸiÅŸiyor, sınırlarımız kalkmaya baÅŸlıyor. Hayatının bir film kastından ibaret olduÄŸunu fark eden bir adamın, acıklı hikayesini anlatan Truman Show filminin ünlü repliÄŸi bunu çok güzel özetliyor; “Dünyanın gerçekliÄŸini, bize sunulan haliyle kabul ederiz.”

Farkındalık geliÅŸtikçe bilinçlilik hali de artıyor. Kendi düşüncelerimizi, duygularımızı ve bedenimizi gözlemleyerek “Åžu anda ben ne yaşıyorum?” sorusuna odaklanıp gerçek duygularımızı anlamaya baÅŸlıyoruz. Davranışlarımızı yargılamadan, iyi kötü, doÄŸru yanlış kritiÄŸi yapmadan, o an içinde bulunduÄŸumuz ana sahip çıkıyoruz. GeçmiÅŸ ve gelecekle meÅŸgul olmadan anı yaÅŸamak önemli hale geliyor.

İşin özü yapılan hareketle bütünleşebilmekte. Eylemle bütünleşebilmek için de anda kalabilmekte. Çünkü düşünceler, ya geçmişten anılar olarak ya da gelecekten hayaller olarak gelirler. Düşünce ve duygularımızı reddetmeden, bastırmadan, bütün yaşananları kabul ederek, endişe, üzüntü, öfke gibi olumsuz duygulara karşı da tolerans geliştiriyoruz. Olaylar karşısında hissettiklerimizin kaynağının yine kendimiz olduğunu anlıyoruz. Kendi içimizde yaşadıklarımız nedeniyle insanlara tepki verdiğimizi anladığımız noktada duygularımızı kontrol altına almayı başarıyoruz. Bu bilinç seviyesinde insanların duygularımızı manipüle etmesi zorlaşıyor.

Farkındalığımız arttıkça yaşadıklarımızın, kendi seçimlerimizin sonucu olduğunu da kabul etmeye başlıyoruz. İşimiz, eşimiz, yaşadığımız hayat tarzı, arkadaşlarımız, ailemizle ilişkilerimiz hepsi bizim seçimimiz.

Farkındalığın umutsuzluÄŸu getirdiÄŸine inan kiÅŸiler, bilinç düzeyi arttıkça hayattan alınan zevkin azalacağına inanırlar. “Cehalet mutluluktur.”, “Bilinç korkunç bir lanettir. Düşünürsün, hissedersin, acı çekersin.” gibi ünlü film replikleri bu kiÅŸilerin duygularına tercüman olur.

Ancak önemli olan hayatta mutlu olabilmektir. Yaşadığının, sahip olduklarının farkında olabilmektir. Nefes almanın, sağlıklı olmanın, ailenin, sevdiklerinin kıymetini bilebilmektir. Asıl olan, düşünme kabiliyeti ile pozitif düşüncelere sahip olabilmektir. İstemedikçe üzülmemek, sinirlenmemektir.

Hayatı mutlu veya mutsuz yaşamak da yine bir tercihtir.

Ünlü düşünür Nietzsche’nin dediÄŸi gibi “Kim mutlu edebilir seni, sen hazır deÄŸilsen? Kim yıkar, yıpratır sen izin vermezsen? Kim sever seni, sen kendini sevmezsen? ”

No Comments

Site is using the Seo Wizard plugin by http://seo.uk.net/